14 Ekim 2010 Perşembe

EKSİK TUŞ : )

İnsan beyninin kıvrımları hala daha araştırılmaya devam ede dursun, benim yolumu bulamamak, benden yol tarifi isteyenlere bir türlü bu muzaffer bilgiyi verememek durumu benim beynimin neresindeki hangi eksiklikten veya hangi hasar dolayısıyla kaynaklanıyor inanın bilmiyorum.
Benim için yolumu bulmak öyle doğu, batı, sağ sol, şu sokak bu sokak kavramlarıyla değil dükkan veya tabela ismi, bir kapının üstünde gördüğüm pembe renk gibi, orada bir kedi duruyordu, o kediden yola çıkarak ha gayret bulurum gibi bir durum aslında.
Renkler solsa, kedi mart ayı münasebetiyle başka bir yola sapsa bu halimlede elimdeki son doneleri de kaybetmiş oluyorum ki bu gerçekten içler acısı bir durum.
Bu durumun acilen beni terketmesi için yediğim cevizlerden ve beynimi geliştirmeme yardımcı olacak şifacılardan bendeniz için özel olarak hazırlanmış macunlardan bolca tükettim.
Eksik olan tuşumun tespiti için nörologlarla iş birliği haline bile girdim.
Ayyy ama hayır yok,yok yok.
Tıp dünyası ve lokman hekim (alternatif tıp dünyası) maalesef bu konuda dumur.
20 yıldır hergün geçtiğim yolu bile anlatamamak, evime gelecek birine yolumu tarif edememek benim değil artık tıp dünyasının sorunudur.
Bu konuyla ilgili yaşadığım binlerce eşsiz hikaye beni yapmıyor ne yazık ki şahane.
Gitmek istediğim bir yeri ararken sanayi bölgesine girmişliğim bile vardır yani.
Mahcubiyetimi anlatamam sizlere.
Evime gelen son misafirimi ise Ankara içinde arayıp bulmak için bence özel bir ekip kurmak onun son nefesini benim evimden millerce uzakta bulunan bir Petrol Ofisinin önünde vermesine ramak kalmasını daha erken bir şekilde önleyebilirdi : )
Fakat birde öyle zekiler var ki, Allah'tan leb demeden leblebiyi anlıyorlar da, kendileri buluyorlar evimi.
Benim anlatmaya çalıştıklarımdan nasıl oluyorsa oluyor bir adres oluşturabiliyorlar.
Bilmiş bilmiş, hııımmmm sola saparız, sağa saparız, göbekten ilerleyip, döneriz.....gibi muzaffer planları harfiyen uygulayarak bana ulaşırlar bu kişiler.
Ben bu durumda onları bir mucize gerçekleşmiş gibi iki kat sevinçle karşılarken kapımda, içimden de haset ederim, bunların hangi tuşları fazla diye : )
Hayır bu soruya cevap bulabilirsem kendi eksik tuşumu da orada çözeceğim nitekim.
İşte durum bende aynen böyle.
Şans yüzüme gülsün diye Kayra'ya 15.yaş gününde onu her an hafiye gibi izlemek niyetiyle alacağım yenebilir, yutulabilir çiplerden önce kendime tahsis edeceğim.
Yutacağım ki ailemin fazla telaşa girmeden beni gittiğim bilmediğim yerlerden ''seni yine bulduk'' sevinciyle bağırlarına basmalarına sebebiyet vereyim.
Bip bip bip....
Aradığınız kişi şu anda bir çölde : )
Hah hah hah hah hah : )
Aileme yaptığım en güzel hadise : )

13 Ekim 2010 Çarşamba

3 M A Y M U N . . .


3 maymun hikayesini bilirsiniz...
Onlara bakarken aaayyy ne sevimli bile dersiniz/deriz.
Resimler hep güzel şeyler söylerler biliriz.
Ama bir şey daha var ki lakin arka planda bir hüzün perisi gizlidir.
Ağlarlar aslında maymunlar durumlarına.
Bakmayın maymunluk yaptıklarına.
Susarlar onlar...
Duymazlar onlar...
Bilmezler onlar, en çok bildiklerini bile.
Başlarına vura vura ne hale geldiler değil mi?
Aynen senin gibi, benim gibi, birde o tanımadığımız herkes gibi.
Tek farkımız üzerimize tazyikli su sıkılmadı : ) Yaşasın (!)
Ama görünmez bir el geziyor sanki üzerimizde, yüzümüzde, sesimizde, ayarlarımızla oynuyor sanki bir şekilde.
O el kocaman oluyor, gölge gibi sarıyor her birimizi.
Bir kehanet gibi.
Biz sizi işte böyle uslandırırız der gibi.
Özgür değilim ben artık hiçbir yerde.
Burada bile ne yazık ki.
Google'da kendini ara, tık çıkarsın kendi karşına.
Huzurlarınızda Dinçel'in birşeyleri.
İçsel konuşmalarımsa yoruyor beni.
İçsel isyanlarım boğuyor beni.
Kendi kısık sesimi duyamaz oldum.
Ve ben 3 maymun ekibine dahil oldum.
Öğrenilmiş çaresizliği ciğerlerime kadar soluyorum : (
Biraz senin gibi, biraz da o tanımadığım, belki de çok tanıdığım herkes gibi.
Farkım var deme sakın.
Varsa şayet,
Hani nerdesin, ha gayret !....

KÖŞE BAŞINDA NE VAR ?...

Demiş ki Mehmet ASLANTUĞ son röp.ünde ve özetle; mesleki hırslar ya da başka telaşlar birlikteliğin önüne geçerse çok rahat kopabiliriz, demek ki bu iş emek istiyor, egomuzu cebimize koyar devam edersek bitiş kolay olur, (benim koptuğum cümle tam da burası aslında) oysa bizi köşe başında bekleyen büyük aşk'lar, dostluklar yok.
(Alkışlar burada bu masalsı adam ve kadına)

Her neyse yazı artık buradan itibaren Dinçel'ce devam etmekte : )
Müthiş bir cümle olmuş doğrusu.
3 gündür üzerine düşünüp duruyorum bu kısa cümlenin.
Bana anlatacağı uzun bir şeyler var kesin : )
İnsan beyni hep böyle mi çalışır, yoksa benim ki mi hep böyle takılır...
Takılırım ben cümlelere...
Takılırım ben ne anlam yüklediklerine.
Takılırım ve çoğaltırım, çoğalırım her takıldığım şeyde.
Uçurtma olurum ardında, uçar dururum yukarılara.
Aşk öyle bir bağ ki canlılar arasında, bereketi için emek gerekli.
Tutunmalı ona..
Tıpkı Şili'de 69 gündür yerin altında kalan o işçilerin hayata tutunduğu gibi, onların hayattan hiç kopmak istemedikleri gibi, onların hayatı kaybetmek istemedikleri gibi tutunmalı her canlı bence kendi Aşk'ına.
Koyverdiğinde ;
Aşk üzülür.
Aşk süzülür.
Aşk bir tutam değil "çok tutam'' bir hüzne bürünür.
Aşk'ı birkaç gündür gerçekten böyle tanımlıyorum ben.
Göçük altındaki o 33 adamın öyküsü gibi.
Onların mücadelesi gibi.
Onların üzerlerindeki tulumu aşkın çıplak bedeninin üzerine giydirmeli.
Aşk'ı onların mücadelesi gibi yaşayabilmeli.
Bunu şarap gibi içebilmeli.
Aşk bunu bilirse şayet...
Umut eder.
Mutlu eder.
Sürer gider.
Masal olur, kuş olur, süzülür, en tepelere erer.
Bu imge değil.
Bu benim birgün başıma gelecek olan hikayemdir.
Uçurtmanın ucunu bırakmış olanlara ise sormak isterdim, ne umdular ya da ne buldular acaba köşe başında diye?
İnci gibi dizilmiş mutluluklar serilmez köşelere.
Marifet elinde olanın kıymetini bilmekte.
Gittikleri yerden dönünce hayıflanırlar mı acaba kendilerine.
Kaybettiklerine.
Yüklenirler mi gidişlerine.
Farkındalık işte burada başlıyor.
Pişmanlıklar artık bir işe yaramıyor.
Giden gidiyorsa da, geriye dönüp baktığında olan o canım Aşk'a oluyor.
Sormuştum bir yazımda Liz'e, neler öğrendin sen diye?
Benim ki ooooohhhh çoktu ya hani.
İşte benim en çok öğrendiğim bu idi.
Diğer öğrendiklerimin yanında bu yazım gereği söyleyeceğim tek şey;
Aşk'ı ardına koyvermemek.
Kendini egoyla değil, Aşk'la beslemek.
Onu her daim yeşilliğe su atan manavlar gibi üzerine su serpmek, taze tutmak gerek.
Bu onu çok sevmek demek.
Tutunmak, bereket üzerine bereket eklemek, kıymet bilmek gerek.
Aşk işte ancak böyle AŞK demek...
Benim uçurtmamın ucunda kocaman bir yürek var.
Peki yaa senin uçurtmanın ucunda ne var...
Onu uçurursun nereye kadar ?...
Uçtum, kaçtım demek kolay.
Birlikte göklere uçabilmek asıl olay..
Beklerim ben böyle bir AŞK ve eğer birgün gelirsen hizmetindeyim ey AŞK.

: )

7 Ekim 2010 Perşembe

BİR KADININ YAZISINDAN BİR İKİ CÜMLE ALARAK YENİ BİR DİNÇEL'ce YAZISI YAZDIM, BUYRUN BAKALIM : )


Onun başlığı "Birinin Kadını Olmak İstiyorum" idi.
E böyle de kalabilir, benim için sorun yok.
Diyor ki kadın yazısında; başka kimse dokunmasın bana, konuşmasın, bakmasın hatta, biraz korunmak, biraz şımarmak, ona yemek yapmak, yürürken sıkı sıkı elini tutmak, uzun uzun pazar kahvaltısı, ha unutmadan kek de yaparım ona" gibi "küçük" ama "zor hevesleri"m (!) var diyor kadın.
Neden mi diye soruyoruz o kadın ve bendeniz DinçeL kadın ?
Çünkü herkesin eli tutulmaz, herkesle kahvaltı keyifli olmaz, kekimi ona yapmazsam keyfi kalmaz diyoruz ikimizde ve bir ağızdan hep birlikte.
Çünkü HERKESİN KADINI OLUNMAZ diyoruz.
NİL'in bir şarkısı vardı ya hani; mahcupça bakıp, yanmış kekini ekrana tutup göstererek ''sana kek yaptım'' derdi, işte bu hayal bence her kadının hayali olamaz.
Ben bu hayali gerçekleştirmek için Issız Adam filminin oyuncularının peşine düşüp havuçlu-tarçınlı kekin tarifini ele geçirmeyi bile düşünüyordum sevdiğim erkeği mutlu edeyim diye.
Bence böyle hayaller herkese kurulmaz !!!
Her neyse, bu mevzu zaten benimle ilgili;
Biz dönelim yine öze, diyor ki yine DinçeL ve kadın; sabahları uyandığımda "günaydın sevgilim" mesajları uçuşsun telefonumda, gün içinde özleyeyim onu, özlesin o da beni, dayanamayalım bu durumumuza.
Aklımda olduğu için gülümsemek, gülümsediğim için işe bile uçarak gelmek, biri beni o kadar çok sevsin ki, hatalarımı da sevsin, o kadar çok sevsin ki hata yapmaktan ödümüz kopsun istiyoruz nitekim yine biz.
Şimdi ben/biz birinin elini tutup gezemez miyiz?
İstesek biriyle bir film izleyemez miyiz?
İstesek o keki pişiremez miyiz?
Sana kek yaptım diye şarkılar söyleyemez miyiz?
Söyleriz elbet.
Ama diyoruz ki biz; birinin elini tutmakla, sıkı sıkı tutmak arasında çok fark var!
Ya tutarsn, ya tutmazsın ya da ya da tutmuş gibi yaparsın.
İşte patlattığım/patlattığımız son cümle, birlikte ve milyonlarca kadınla birlikte;
Ben; elimi sıkı sıkı tutmayacağını bildiğim hiç kimseyle o sokakta dolaşmayacağım.
Repliklerin ve benim sıcak elimin bir anlamı yoksa kimseyle o filmi izlemeyeceğim.
Ve ben...
O şarkıyı hiç bir zaman söylemeyeceğim.
Dünyanın en güzel keki bile olsa "sana kek yaptım" demeyeceğim.
Tarifini bulmuş bile olsam havuçlu-tarçınlı keki bir başıma yiyeceğim.
Benimle yemeye layık biri olmadıkça yanımda, kendim pişirip, kendim yiyeceğim : )
Ama ama yine de ne var ki; birinin kadını olmak istiyor canım; biraz korunmak, biraz şımarmak, biraz dolaşmak, sevmek ve sevilmek istiyorum sonsuza dek...
Kek olmasa da budur dilek...
Havuçlu-tarçınlı-niyetli kekimden bir dilim yemek gerçekten ister yürek : )
Kadınca ve yine DinçeL'ce bir yazıyla ayrılıyorum yine yanınızdan : )
Ha unutmadan ; bu yazı bana göre ne o kadının, ne de benimdir, bu yazı bence; dünya üzerinde yaşayan her kadının niyetidir.
Sizce?...

Sevgilerimle : )

5 Ekim 2010 Salı

E . L . M . A .


Elma masal gibi bir meyve.
Yakışır her masalın nihayetine, gökten 3 elma düştü diye...
Gerçek yaşamda, beklerim ben hep onu.
Düşse de muradımıza ersek diye.
Düşse yerim belki de keyifle.
Niye düşmedi bunca yıl.
Sordum kendime geçen yıl.
Buldum nihayetinde, bağırırdım çocukken "elma dersem çık, armut dersem çıkma" diye.
Armut diye mi duydu sesimi ne?...
Çıkmadı bir türlü ortaya.
Saklandı bir yerlere.
Düşemedi gökten 3 elma bir türlü.
Ama ben yine de seviyorum onu her türlü.
Kırmızı, sarı, yeşil ve golden haliyle.
Masal şimdilik çekmecede beklese de,
Birgün biliyorum ki elma'lar yağacak tepemize. . .

YE, DUA ET, SEV !...

Bu benim okuduğum son kitabın adı.
Kitabın yazarı kitabın aynı zamanda esas kahramanı.
Kadını.
Başka bir kadını ilave etmek istermiyiz, eğer istersen seni, beni, ve diğer kadınları gösterebiliriz.
Ama bunu yapabilmemiz için, bunu hak etmek için tıpkı Liz gibi, keşfetmemiz gerekiyor, silkelenip,yenilenmemiz gerekiyor.
Kendimden çok benzer yerler buldum Liz'in hayatının kitabında.
Evlenmiş(aynı), mutsuz olmuş(aynı),bu mutsuzluğu sonlandırmaya karar vermiş(benim ki daha uzun bir süreç ama ver mişiz ikimizde bu kararı nihayetinde, tebrikler ikimize de....her neyse bu da aynı :) sonra Liz yeniden aşık olmuş,tutulmuş,med-cezir'li bir ilişki yaşamış,sonunda da salya sümük olmuş, dağılmış,derbeder olmuş.(farklı)
Liz bu yeni mutsuzluğunda almış başını önce gitmiş Bali'ye, sonra uğramış İtalya'ya, daha sonra ise dua etmek, arınmak için rota Hindistan'da bir Aşram'a, sonraki durak ise yine Bali'ye dönüp 7. kuşak bir şifacının yanına.
Yani ama birini unutmak için, yeniden değişim için, biraz cesaret için ne gerek var dünyayı dolaşmaya.
İkimizin farklılığı burada.
Benim de geldi başıma.
Eski eşimden sonra bende kattım birini hayatıma.
Yalan değil birkaç gün ağladım.
Ama ben bitmesine değil, biterken ki saygısızlığa ağladım.
Onu da sanırım bir kaç kez yaptım.
Sonra hemen "kıpırda kızım" düğmeme bastım.
İşaretler aradım.
En iyi işareti "bitmesine" bağladım.
Kendime iyi şeyler hatırlattım.
Böyle gereksizce bittiyse vardır bildiği Allah'ın.
Şükürlere sığındım.
Ben duamı böyle yaptım.
Evet bolca yemek bende yedim.
Şehirlerde gezdim.
Bol kahkaha attım.
Arkadaşlarımı da yanıma kattım.
Hatta gecelere bile aktım.
Sonra döndüm dolandım yine kendimle baş başa kaldım.
Herşeyi ben başardım.
Sevmeyi de-unutmayı da.
Umursamamayı da.
Niye umursayayayım ki,
Ben daha burdayım.
Üzüleyim diye doğmadım.
Buna inanınca insan, şaşılası bir şekilde bin defa daha doğuyor sanki.
Kendisi kocaman oluyor ama her durum ufalıyor sanki.
Bir mucize gibi.
Benim kitaptan farkım bu.
Doğrusu Liz güzel bir kitap yazmış ama uğrasaydı bana, "Herşey senin beyninde derdim ona, bak dünyayı dolaşmadan da yok edebiliyorsun hüznünü oturduğun koltukta."
Hadi gel yer açayım sana da.
Keramet benim koltuğumda değil ama bulaşmak istersen şayet, kendini sevmeyi keşfet : ) gerisi mühim değil" derdim ona...
Birde ne öğrendin diye sorardım ona ?
O bana sorsaydı anlata anlata bitiremezdim.
Yaşantımdan öğrenmek her daim ödül oldu bana.

N O T :  Ha bu arada Liz'in yazdığı gibi yeniden sevmek konusu sanıyorum ki benim içinde "yeniden yapılabilecek bir şey" konusu, kendini seven insan; herkesi yeniden sevmeye inanır da ondan...

Son Söz ; Liz keyifle okudum kesinlikle, sonunda "aynı" olan birşey var ki ikimizde başardık bence, DinçeL ve Liz yöntemleriyle.
Sevgilerimle : )

1 Ekim 2010 Cuma

FATMAGÜL'ün SUÇU NE?...

Ne?
Yıllar önce izlediğim aynı adlı bir filmden biliyorum konusunu.
Yine taa yıllar önce televizyon seyretmeme kararı aldığım için ise, şimdikini seyretmeyi düşünmüyorum kesinlikle.
FatmaGül'ün durumu; üzerinde çok ama çok titizlikle düşünülmesi, neler yapılması gerektiği konusunda acil önlemler ve çözümler üretilmesi gerekli elzem bir konu.
Yok mudur FatmaGül'leR.
Onlar gizliler ve lekeliler.
Bir an'lık zevk için bir ömür ziyan edilmiş şanssız kişiler.
Bu böyle tabi ki de.
Ama benim yazım başka bir çerçevede.
Bir enstantanede.
Ben seyretmesemde, evimde bu diziyi seyreden kişiler var.
Kendi odamdan çıkıp da, su içmek için mutfağa gitmek üzere geçtiğim yol, bizim evde televizyonun olduğu salondur.
Dönüp baktığımda geçerken tv.ye, FatmaGül'ü yumrukluyordu nişanlısı hastanede.
Benim konum bu.
FatmaGül bir adamı sevmiş, adamda onu sevmiş (!) bilrlikte hayaller kurmuşlar, birde tek gözlü bir evin tuğlasını örmüşler.
Düşler kurmuşlar birlikte.
En çok da FatmaGül inanmış bu düşlere.
İyi günde, kötü günde.
Hadi canım, vurur muydu öyleyse.
Sebep ne? FatmaGül istemediği halde bir ilişkiye maruz kaldı, tecavüz edildi diye.
Erkek olmak nedir?
Bana göre çok şeydir.
Bence kelimesinin içinden beslenir.
ERK'tir o, kuvvettir.
Kuvvet pazularında değil, yürekteyse erkektir.
Bir erkek iyi günde, kötü günde söz vermişse birine, kötü günde vurmamalı karşısındakine.
Başına dünyanın en kötü şeyi gelse bile.
Gücünü en çok o zaman göstermeli sevdiğine.
Söyleyeceği tek bir cümle; şükürlere döndürür kadının yüreğini.
Söyleyemediği cümlede ise kadın gider kendi yönüne.
Bir erkek, erkek gibi olmalı bence.
Pazularında değil, gerçekten yüreğiyle...
Bir iyi bir de kötü haberim var bu konuyla ilgili.
İyi günlerde, zor günlerde gelip geçicidir.
Onlar geçer ama kalır iz'ler.
Erkek zor günde vurur, gider, yok olur.
Ama asıl kadın gider.
Güçlenir.
Dağ olur.
Bu budur.
Zor gününde "kadınım" dediği kadının yanında olmayan erkeğe kadının cevabı "G i t" olur.
Bu benim hayatımda tecrübeyle sabit bir durumdur.
FatmaGül'e de olacak budur.
Böyle erkeklere ve diziyi seyredenlere duyurulur.