4 Ağustos 2011 Perşembe

VAZGEÇTİĞİM KELİMELER . . .

Kelimelerin büyüsüyle yaşarım ben.
Tutunup tutunup onlara, onlarla yürürüm ben.
Yürekten bağlı olduklarım var.
Ölene kadar benimle kalacak olanlar var.
Ama artık müsade etmek istediklerime "güle güle" demek kararı verdim.
"Sandım" ve "Umdum" kelimelerime fena halde tutunmuştum.
Yazık ki en çok da bu kelimelerle toslayıp durmuşum.
Durmak yok, yola devam ya hani !
Ben de kendime ister istemez yeni bir yol buldum.
Sanmadan yaşayacağım bundan böyle.
Sanıp da yanıldığım çok hikaye var bende.
Ummayacağımda aynen öyle.
Umduğum gibi değilmiş genelde : (
Benim miş diye sandıklarım, öyle olduklarını umduklarım benim koca hayallerimmiş meğerse.
Dünyamı görünmez bir hayal sandalıyla dolaşmak ruhumu sarmış.
Çoktandır indim o sandaldan.
Çıkarınca kelimeleri lügatımdan.
Ağırlık yaparmış bende, ruhum kurtuldu ağırlığından.
Tüy gibi kaldım uçsuz bucaksız hayali denizin orta yerinde.
Kıyıya geldiğimde,
SANMAK yoktu, UMMAK yoktu.
Herşeyi bekleyip görmek, en doğrusu buydu.
Plan yapmamak en sevdiğim planım oldu.
Bu kelimeler benim için birer turşu oldu.
Misafir umduğunu yermiş ya hani, ikisini de yedim afiyetle : )
Gittiler böylece bilinmeze.
Onlar gidince ben karşılaştım her türlü gerçekle.
Yeni bir kelime de bulmak gerekirse "umursamazım çok" son günlerde.
İtiraf edeyim Çok İYİYİZ Biz Böyle.
Buyurun bekleriz sizi de yeni halimizle.

ANNE'me . . .

Sevdiğim ve seçtiğim çok kişi için yazmışım bugüne kadar.
İçimden geldiği gibi olmuş tüm yazılar.
Onlar benim için uzakta olanlar.
Hislerimi yazmasaydım eğer hiç bir zaman bilemeyecek olanlar.
Ya yakınım da olanlar.
Her sabah bana gülümsemiş olanlar.
Her akşam kapının önünde önce mis yemek kokusu, kapı açıldığında ise içime dolan misss anne kokusu.
Kaplar içimi kokusu ama biliyor mu ona hissettiğim duygumu ?
Ne de olsa çok seviyorum onu, ama çok gösteremiyorum doğrusu.
Yemek saati bizim için de asitli bir içecek reklamının sloganındaki gibi"sofra ailenin kalbi" gibidir durumlarıyla atarken diğer birlikte geçirebileceğimiz saatlerde zaman duruyor mu?
Diğer saatlerde sohbetlerin susması DOĞRU mu?
Ne yani diğer saatlerin kalbi yok mu?
Varsa eğer niye durdu?
Ben söyleyeyim niye durdu?
Ben susunca benim yerimi FatmaGüL, CemiLe-ALi Kaptan ve Hürrem doldurdu.
Annem suskunluğunu onlarla bozdu.
Evimizin duvarları annemle dost oldu : (
Ben susmayı seçince annemle konuşacağım, kıymetini o gittikten sonra daha çok anlayacağım o eşsiz an'ların yerini lanet olası pc doldurdu.
Facebook kaçıyor muydu.
Herkese laf yetiştirmek oh ne ala, ne hoştu?
Keyif bu muydu?
Ahhh yanımdaki soluyordu.
Bana bakıp bakıp bana özlem duyuyordu?
Gözümün içine bakabilmek için aramızda duran bilgisayarın kapağının arkasından kafasını uzattığını bilirim.
Bazen bunu bile yapmasına anlam vermezdim.
Öyle ya ben onu çok severdim.
E soralım o zaman peki, "SeLvi Boylum AL YazmaLım''daki gibi.
Sevgi neydi?
Sevgi emekti.
Sevgi onu hissetmekti.
Sevgi onu hissettirmekti.
Ben en çok annemi severim demek değil, ben en çok annemle geçiririm vaktimi diyebilmekti.
Bunu diyebiliyorsan hayatta geri kalan zaman buyursun sana kalsın o zaman.
İçin rahatsa.
Al doya doya yaşa.
Değilse benim gibi.
Çok geç olmadan.
Aklını başına topla o zaman.
O gittiğinde geri dönmeyecek bir daha.
Filmlerdeki gibi çok özlerim yine geri gelir diye bir final yok.
Ağlamak istemiyorsan 2 kat fazla.
Toparla kendini.
Topla tüm sevgini ver ona.
Yumak yumak.
Dolsun içi mutlulukla.
Yeter ki içi kof "seni çok seviyorum anne" deme ona.
Ne mi alacaksın "anneler gününde" ona.
E aldın ya işte , baksana yüzüne.
Kırmızı kalpler çizilmiş gibi.
Parıldıyor sevginle.
Artık benim evimin kalbi atıyor.
Siz de durum ne, sizin ki ne alemde?..

22 Nisan 2011 Cuma

DENİZ KENARINDA KALAKALMAŞ ADAMLAR . . .



Yeni trend bu gibi sanki.
Son zamanlarda filmlerdeki erkeklere hiç dikkat ettiniz mi?
Mesela Issız Adam'daki Alper ne diyordu Ada'ya.
Kurcalayalım mı bi daha?
En mutlu günün sonunda "ben ayrılmak istiyorum Ada"
Haydaaaaaa.
Bu ne ya?
Sonra Kaybedenler Kulübündeki Kaan çıktı karşımıza.
Aynen Alper gibi yalnızlığını hergün başka başka kadınlarla gidermeye çalışan o da, aradığı aşkı bulduğu Zeynep, Amerika'ya gitme kararında "istersen gitmem, gitme de bana, gitme de bana" diye sorduğunda "gitme" diyemedi ona.
Yani "GİT" dedi o da kolayca.
İlginçtir ki hem Alper'in, hem de Kaan'ın avunmak için gittiği yer deniz kıyısıydı.
Denizin dibinde rastlayacağınız inciler kadar "az" olan gerçek kadınları bırakmak için erkekler neden bu kadar cesur.
Sanırız ki onlar çok korkusuz.
Ama SON'da deniz kenarında çalınmış hayatlara baktıkları orada en çok da kendi korkaklıkları çarpar suratımıza.
Filmlere bu kadar konu ediliyorsa bu durum, bence ciddi bir sorun var ortada.
Birilerinin aşk'ı arayan erkeklere bulduklarında bırakmamaları gerektiğini acilen bildirmesi gerekiyor kanımca.
Yoksa olan en çok da onlara oluyor.
5 yıl sonra karşılaşınca, içinden haykırsa da  ''hayat bombok aslında'' demeye bile mecalleri kalmıyor.
Onlara yine hergün bir yerde becerdikleri kadınlar kalıyor.
Mutluluk seçimdir bana göre.
Gelir-geçer hadiseler, sizi daha ne kadar mutlu eder?..
Arka fonda eski şarkılar, kalmayın bence daha fazla korkularınızla o deniz kıyısında.
SIKI TUTUN O KADINI, BIRAKMAYIN ASLA . . . 

-BENCE GERÇEK "AŞK" SADECE BUNA DEĞER-

ELEKTRONİK POSTA : )


Sana sözüm vardı.
Buradan yazacaktım ya, uzadı sözüm.
Özgür izine gitti, işler dev gibi büyüyüp sanki tepeme bindi, eve bir sürü misafir geldi, bir ara bir grip olma durumu beni etkisi altına alsa da neyse ki azcık dokunup teğet geçti ve benim keyfim şimdi yerine geldi : )
Bunca sebepten sonra da mektubum sözünü yeni tutabildi.
Seninle bunu yapmaya bayılıyorum.
Biliyorsun zaten her defasında söylüyorum bunu.
Son gelen mektubun hiç sebepsizce yazıldığı için acayip mutlu etti beni.
Varlığına şükrettirdi.
Görmeden seni, duymadan sesini yine herkesten çok bana seni gösterdi.
Seninle biriktirdiğimiz anılara, bu birbirimizi daha çok sevmeye sebep olan kağıt üstündeki yazılara, seni ilk sarmaladığım an'a, bizi herkesle yaşadığımız her durumdan daha özel yapan herşeye hep şükrediyorum ben her defasında.
Herşey iyi giderken evrenin kötü kartlarını oynadığı o zalim gün vardı ya, hani saklambaç gibiydik, bir türlü ulaşamamıştık ne ben sana, ne sen bana.
Kusursuzdu gerçekten.
Bu kadar aksiliğe de pes yani sayın evren.
Yalnız size kötü bir haber vereyim yaptığınız kötü oyun daha bi yakınlaştırdı beni ona.
İstersen sana da anlatayım sebebini Serap'cığım.
Ha sende iyi dinle pek bilmiş evren amca.
(Evreni kılıktan kılığa sokmaya da bayılırım ben bu arada : )
Benim Kemah hadisemi sen biliyorsun zaten.
O zamana benzer bir ruh halindeydim yine ben.
Herşey üst üste gelmiş beni zaten fazlasıyla kurcalıyordu.
Sanki bütün dertler birbirinin peşine takılıp kolye olmuş gibi boynumda yer almaya çalışıyordu.
Dert kolyesini takmış her insan gibi benim de herşey boğazıma diziliyordu.
Hani hep renkli renkli boncuklardan olur ya kolyeler, maalesef benim kolyemdeki renkler solmuştu ve gri renkli bir boncuk olarak seninle yaşadığımız hadise de girmişti sıraya.
Yine konuşamadığımız son konuşmada ben bu talihsizliğimize isyan ederek ağlama krizlerine girmiştim.
Ve belki de sen gitmiştin.
Ben öyle bilmiştim.
Tükenmiştim.
Ertesi gün "dünya kadınlar günü"ydü.
Kadın olmak üzmüştü beni bu dünyada.
Ama dünya alay eder gibi benim-senin ve diğer her kadın kişinin gününü kutlamakla meşguldü.
Benim beynim ise anlattığım hayali renksiz böcük kolyemle ve onun boynuma asılmasına sebep olan kişi ve durumlarla meşguldü.
Benim durum aynen böyleyken,şimdi bu günümde iyi bir şeyler duymaya bu kadar ihtiyacım varken niye hiç iyi birşey olmuyorları düşünürken, senin dipte yaşayan bir balığı suyun en dibinden başını çıkarıp mutlu mutlu gülümsetebilmeye etki eden muhteşem mesajın geldi.
O an ki hislerim inan bana birden böyle değişiverdi.
Dibe batmış turuncu bir akvaryum balığının sanki tesadüfen koca bir okyanusa yolu düşmüşde orada tutunmaya, nefes almaya çalışır hali gibiydi halim.
Bende o balık gibi nereye tutunacağını bilmez bir haldeydim.
Son bir dilek diledim sanki "iyi bir şey olsun, lütfen iyi bir şey olsun, iyi bir ses duyayım da duyduğum bütün kötü sesler lütfen sus'sun"
Pıtttttt !
Tuttu niyetim, duyuldu dileğim.
Hemde aynı anda 2 kere.
Nasıl olur deme sakın.
Ben gizlice ağlarken merdiven boşluğunda asıl mesleği bahçıvanlık olan çaycımız "abla bugün sen ağlama, günün kutlu olsun" dedi ve serada yetiştirdiği 2 nefis papatyayı masama yerleştirdi.
Sonra sözleşmişsiniz gibi ikinci ritüel gerçekleşti.
Hey kadın DinçeL diyordun bana günün kutlu olsun, evren kötü kartlar oynasa da ben senin peşini bırakmam diyordun.
Tanrımmm sen olsan hangisine ağlardın şimdi.
Biliyor musun niye yazıldı bu mektup sana.
Çünkü senin farkın burada ; - )
O zor an'larda sanki hep duymuşsun gibi beni, girebildin çit'ler ördüğüm duvarıma.
Sen kendi renklerini bıraktın oraya, ben hep yeşillendim senden sonra.
Üzüldüğüm o an'larda.
Kadın Serap, dostum Serap, canım Serap hep yanımdaydın.
İşte bu mektubu da bu yüzden yazdım sana.
Seni Seviyorum Dost'um.
Daima ol hayatımda : )

21 Nisan 2011 Perşembe

EMEKLİ EDİLMİŞ YÜZ'LER : (

En çok devlet dairelerinde rastlıyorum ben onlara.
"Yaşanmamış Hayat'lar"şarkıları söylüyor sanki yüzleri.
Hem hüzünlü kürdili hicazkar şarkılar söylerler, hem de buruş buruş'lar : (
Ütülemek geçer onları aklımdan.
Değdirsem sihirli ütümü onlara tertemiz, mis ve yeni yapabilirmiyim onları acaba?
Yaşlı bir çınarın öyküsü gibiler çoğu zaman.
Masal da anlatıyorlar sanki.
Dinlesem neler söylerler bana.
Gel zamaaannnn - git zamannnnnn.
Masala dokunsam.
Mutlu son yapsam.
Derler mi acaba "yaşasın, mutluyum ben çok mutlu" : )
Onlara çok rastlarım ben.
Oğlanı okutmak için, kızı evermek için, evin son 20 taksidini ödemek için çalışır dururlur.
Yaşamadan yaşayıp dururlar.
Çok görürüm ben onları her yerde.
Tozlu evrakların içinde, kalın emektar gözlüklerin gölgesinde, ikimizi birbirimizden ayıran o cam bölmenin diğer ötesinde ve ..... vesaire!
Sonra ülkemi gezerim.
Yaşlı turistlere değer gözlerim.
Fit vücutlarıyla sana-bana taş çıkarırlar.
Şen kahkahalarla senin ülkende sanki başka bir aşk yaşarlar.
Görmeye gelirler senin yeşilini, mavini.
Senin ülkendeki göğün altında uyanmak eder onları ziyadesiyle sevinçli.
Rakı içerler tasasızca.
Bayılırlar hatta tadına.
Ne güzel ki gelecek kaygısı yoktur onların.
Onlarda hayat "şimdi'ki zaman'da" geçer gibidir.
Gözüm yok ama, bizimkilerde olsun böyle mutlu.
Çocuklar büyüsün kendilerini devam ettirebilsinler.
Onlara bu şans verilsin.
Anne-baba daha çalışsın diye beklenmesin.
Yaşı geldiğinde benim ülkemdeki insanlar da gezsin.
"Çalışmak bir yere artık, şimdi yaşamak zamanı" desin.
Çizgiler olacak tabi ama mümkünse hep hüzünden bahsetmesin.
Benim ülkemdeki yaşlı insanlarda yeşili bilsin, maviyi bilsin, yetmesin nispet yapar gibi onlar da dünyayı gezsin.
Böyle bir niyetle bitirsem yazımı.
Gerçek olur mu ki.
Adalet istiyorsak eğer her defasında.
Bizim insanımıza olan adil mi acaba?..

N O T : Bu yüzdendir ki 3 sene sonra dolacak olan emekliliğimi hak ettiğim ilk gün toz olacağım buralardan, ben de buruşacağım elbette ama ben; balkonumda çiçeklerimi sularken, gittiğim yabancı bir yerin güneşinın sıcağına içimde yer bulurken, orada yediğim tadını daha önce hiç bilmediğim bir meyvenin tadında mest olurken ya da ya da ne bileyim belki de yeni edindiğim dostlarla artık 40'lı yaş'lardaki sohbetlerde buruşayım ve bu isteğime Kayra'nın everilmesi ya da okuması durumları bile mani olmasın mümkünse. . .
Yani bence herkes biraz da kendini yaşasın . . .
Kimse kimse için yok olmasın, herkes bi güzel yaşasın !
Eğer böyle olursa durum bizde, e o halde YAŞASIN : )

13 Nisan 2011 Çarşamba

S Ü T S A A T İ : )

Demiş ki Murathan MUNGAN son röp.’ün de; “Başkalarının hayatına sızmaktır edebiyat, gece yarısı kalkıp rafa uzandığın zaman bana dokunmak istiyor musun, kelimelerime dokunmak istiyor musun? Eğer öyleyse ben hayattan alacağımı almışım demektir” .

Budur.
Çoktandır yazmıyordum.
Birden bana dokunmak isteyenleri aklıma getirdi bu cümle.
Blog istatistiklerime baktığımda adını-sanını bildiğim-bilmediğim beni duymak isteyenlere, hatta saatine baktığımda bunu en çok da uykusuz saatlerinde, kendi hayatlarındaki bir sorgu-suale cevap aramak için yapan dostlarıma ışık olabilmek için yeniden dönme kararı aldım “Dinçel’in Yerine”...
Bildiğim çok şey yok.
Tecrübe biriktiriyorum ziyadesiyle.
Ama hepsi bir bir işe yarıyor yeri geldiğinde.
Determinizm ’de denir ya hani, “aynı şartlarda, aynı sebepler, aynı sonuçları verir” diye, işte öyle…
Ben tosladım, tosladığımda en çok buram acıdı.
Buldum ilacı, budur derdime deva’sı.
Sende dene, sür derman isteyen yerine, iyi gelir nihayetinde isem, hani sanki hap gibi iyiysem ben de hayattan alacağımı aldım demektir.
Mesela şu an aşk acısı çeken ey sevgili dostum, dolabı açtın di mi sabahın üçünde.
Hiç niyetin yoktu? 1 lt.sütü devirdin kedi gibi.
Oysa sevdiğinin yanında olmak isterdin di mi?
Ne garip ama yine kedi gibi.
Yaslanıp omzuna mışıl mışıl uyumak isterdin oysa.
Ne o gitti mi ?
Sana düşen süt içmek mi?
Al sana tavsiye.
Sütünü iç keyifle.
Pencereden uzağa bak, en uzağa.
ÖNÜNE……bir de KENDİNE bak sonra.
O kaybetti seni büyük bir ihtimalle.
Biliyor musun şu an o da süt içiyor ya da kitap okuyor büyük ihtimalle.
Mustafa SANDAL’ın eski bir şarkısındaki sözler gibi “yokluğunda çok kitap okudum, aradım, neredesin, nerede?” diye sorarlar gizlice, seslerini sadece kendileri duyarlar.
Onlar birde pişmanlıktan olmuştur deli-divane.
Sen yine daha iyisin dostum, pişmanlığın zerresi yok sende.
Hayat birde istediği gibi gitmediyse, gidenin şimdi tam vay haline.
Bil ki birde aslan sütü devirir yarın bu sütün üstüne.
Hala daha üzgün müsün?
Al sana bir tavsiye daha.
Bal da koy sütünün içine, birde en sevdiğin o eski şarkıyı dinle; hem içini ısıtır, hem keyfini çoğaltır.
Bunun bana ne yararı var diye mi soruyorsun?
Daha ne olsun?
Hatırlasana gitmek isteyeni sen koy verdin?
O istedi, sen gönderdin.
Ona en istediği şey için yardım ettin.
İyilik perileri gibi dokundun ona, istediği şeyi yapıverdin.
Daha ne?
Pişmanlığın yoksa içinde, kimse için üzülme artık mümkünse ...
E o halde dönelim biz ilk tavsiyeye.
Önüne bak sende.
Gerçek mutluluk orada duruyor.
Gir içine.
Saat 04:30’ a geliyor, büyük ihtimalle ;-)
Hadi şimdi git yatağına, uyu keyifle.
Mışıl mışıl.
Kedi gibi.
Düşünme artık başka bir şeyi, mümkünse : )

1 Mart 2011 Salı

SENİN GİBİ BİRİ...

Çok söylenir bu cümle bana.
Patavatsızlıklarımda ve kırdığım binlerce pot'ta.
Üzgünüm büzüp-tutamıyorum ben dilimi çoğu zamanda.
Herhangi bir yanlış yaptığımda,
Sanki ben yanlış yapamam ya (!)
Yanlış birine rastladığımda, ona tanıdığım şans'larda,
Gönül bu napiyim ota da konar b.k'a da (!)
Herşeyin farkındasın ama sen nasıl böyle yapabilirsin denen her durumda,
Ha öyle sanın siz, nanik nanik hepinize canım, bu benim hayatım.
Suratım biraz olsun asılsa,
Pardon asılamaz mı dediniz bana?
Küfürler savurduğumda havaya,
Layıksa yaparım en alasıyla.
Vurdumduymazlığımda,
Napiyim öyleyim biraz ama.
Biraz çıksam rayımdan
Toplarsınız hepiniz.
Ama mümkünse lütfen daha fazla üzerime gelmeyiniz.
Fena bozuluyorum bu duruma.
"Senin gibi biri" demeyin lütfen bana.
Siz öyle söyleyince, tüm hücrelerime kadar üzülüyorum bu duruma.
Bedenim sanki bir vazoda susuz bırakılmış bir çiçek gibi başlıyor solmaya.
Olduğum gibi sevin beni.
Bende mümkünse sizi.
Değişmeyelim hiç birimiz.
Hem insan üstü değiliz ben ve siz.
Olmaya da gerek yok bence.
Etten ve kemikten elbisemiz buna izin verir mi sizce?
Öyle tepelere de koymayın beni mümkünse.
İndirin en eteklere.
Senin gibi biri demeyin, inanın bana bende herkes gibiyim.
No'LuR "yapmaz yapmaz" demeyin kimse için.
Lütfen herkesi olduğu gibi kabullenin.
Yürüyorum ben yolumda.
İniş ve çıkışlarla.
Çıkan her durumda çok akıl da beklemeyin benden.
Çünkü bazen en çok ona uzak dururum ben.
Aklını bir yere savurmuş her insan nasıl olursa, bende öyle akılsız olurum işte.
E bu durumda farkımız ne?
Sizler de durum ne?
Yoksa sizin gibi biri?
Bende soracak değilim tabi ki de, yok artık daha ne : )
Çünkü doğrusu insan olmak ''kurallara sığmaz'' olur.
Bunu sizler de öğrenin bence ;- )
DinçeL'Ce . . .

17 Şubat 2011 Perşembe

YILIN ADAMI...


Üstüme vazife değil pek tabi ki ama onun üzerinden bir tema işlemek söz konusuysa veririm minik heykelciğimi ben seve seve ona.
İlker Yasin SOLMAZ'a.
Bilirsiniz işte Defne'nin kocasına.
Bir erkeksin ve karını kaybediyorsun.
Acı başladı bir kere.
Ama tuhaflık var bu gidişte.
Karın hiç tanımadığı bir erkeğin evinde ölüyor bir gece.
Herkes konuşuyor.
Aklı selim olan ve olmayan ne kadar kerli kersiz insan varsa söz alıyor bu koca mecliste.
Bir tek o susuyor.
Ama herkese karşı duruyor.
Acısını yaşıyor.
Karısının son yolculuğunda, hem onu; hem de fısır fısır arkadan gelen herkesi omuzlarında taşıyor sanki.
Dünyası bitmiş ama dünyaya dönüp bakmayı da ihmal etmiyor.
Cevaplar veriyor üstelik.
Ben karıma güvenirim diyor.
O çok doğal biridir diyor.
Biz birimizi hep çok sevdik diyor.
Sonra sevgililer günün de gidiyor mezarına hem çiçek, hem de bir öpücük bırakıyor.
Dalıyor dün'lere.
Baksanız görürsünüz sizde.
Arada bir tükense de kimsenin beklediği kuşkuya düşmüyor.
Ben karımdan eminim diyor.
İşte benim yılın adamı hediyem de bu yüzdendir ki rahmetli Defne'nin kocasına gidiyor.
Erkek olmak; "karın su testisiydi, su yolunda da kırıldı" diyerek üstüne üstüne gelinirken, hadi bakalım enteller deyip, sizin karınız da bu şekilde ölseydi siz ne yapardınız bu durumda? diye kalabalık arayanların karşısında, Halide Edip ADIVAR'ın "Vurun Kahpe'ye" romanındaki gibi bir ölüyü kahpe yapıp taş atmak için heyecanlananların karşısında sessizce, sus-pus'ça, vakur ve kararlı bir şekilde; "BEN KARIMA İNANIRIM, O ÖYLE BİRŞEY YAPMAZ" diyebilmektir.
Sormak isterim bende bunu diyenlere; peki ya sizin karınız böyle bir ölümle ölseydi siz de bu kadar kuvvetli ve ona sahip bir şekilde kalabilir miydiniz onun arkasında?...
Cevabınız evet'se buyrun o pırıl pırıl parlayan heykelcikten vereyim size de?
Yok ama değilse işte bu yüzden benim için yılın adamı rahmetli Defne'nin kocası.
ERKEK OLMAK ERKEK GİBİ DURMAKTIR.
En zor anlarda ve herkes haykırırken bile.
Ve bu yüzdendir ki minik heykelcikler öyle kolay kolay verilmez herkese !..

MUTLULUĞUN RESMİ : )

Bu fotoğraf benim için ayrı bir anlam taşıyor.
Kayra'nın kelliğinin ilk haftasında yine bir yolculuk öncesinde çekilen bu karede, gittiğimiz yerde ki  tanımadığımız çocuklar oğluma ''KeL'' diye bağırıyor.
Anne DinçeL kırılıyor, oğlunun ona sorulmadan kel edilişi onu zaten o kadar üzmüş ki  daha fazla üzülmek istemiyor.
İlk defa anneliği kartal'a dönüşmeye karar veriyor.
O kartal gagasıyla çocukların dilini koparmayı düşlüyor o anda.
Ama düşü çocuğunun gülümsemesinde gerçekleşemeden sona eriyor.
Oğlu "Anneciğim onlar öyle söyleyebilirler ama ben bu halimle de kendimi çok seviyorum" diyor.
O an'da "mutluluk" tüm an'ları durduruyor ve sanki coşuyor.
Oğluyla gurur duymak böylesi bir an'da bir anneye lütufa dönüşüyor.
Ve bu fotoğrafın adı aramız da bir sır olarak "Mutluluğun Resmi" tablosuna dönüşüveriyor.
Sorardı ya hani Nazım; Abidin Dino'ya "Sen mutluluğun resmini çizebilir misin üstad" diye, onun ki şaheser ama siz yine de yukarıya bize bakın bence ; )





16 Şubat 2011 Çarşamba

AŞK TESADÜFLERİ SEVER . . .

Seyrettiniz mi filmi?
Peki gitmediyseniz bir tavsiyeye ne dersiniz.
Tavsiye : ) Bence hemen gitmelisiniz...
Aşk Tesadüfleri Sever filimnden çıkınca yapılan işlerin ilkinde; önce gözyaşlarını diğer insanlardan gizliyorsun, sonra hasta bile olsa da o adamın kalbinden istiyorsun, sen Ankara'da yaşıyor olsan da onların Ankara'sın da o adam ve o kadından olmak istiyorsun, sonra filmdeki repliklerden birini kendine düş yapıyorsun, çerçevene yeni bir resim koymak istiyorsun, koyduğun an'da ise, zaten tüm düşlerin de gerçekleşmiş oluyor nihayetinde.
Filmde ki şarkıların sözleri  içinde Müslüm GÜRSES'in ki ler filmin kötü adamı gibiydiler, "AŞK TESADÜFLERİ SEVER AMA KADER ENGELLER ! . .
Niye be kader?
Herkes senden iyi şeyler bekler.
Böyledir hep niyetler.
Farkında mısın ne kadar saltanat'lısın.
Mümkünse; hem tesadüf'ler ver bize, hem de unut bizi Aşk'ı bulduğumuz yerde.
Gerisi bize kalsın.
Sen var-git-dinlen bir yerlerde.
İtirazın varsa şayet; o zaman gel başımıza hep iyi hadiselerle.
Biz de seni iyi analım bundan böyle.
Sana dair düşüncelerim aynen böyle ;-)
Filmin en iyi özneleri fotoğraflardı bana göre.
Bir kız bebek ve bir erkek bebek vardı.
Bir kız çocuk ve bir erkek çocuk vardı.
Bir genç kız ve bir genç erkek vardı.
Sonra onlar 1 genç kadın ve 1 genç adama dönüşüyorlardı.
Fotoğraflar sanki peşlerinden yürüyorlardı.
Fotoğraflar; o genç adamın ve genç kadının yolculuklarında ne çok işe yaramışlardı.
Onların hepsi birer an'dı ve hepsinin ayrı bir hikayesi vardı.
Sonrasında ise bambaşka bir hikaye anlatıyorlardı bizlere.
Adı Aşk'tı.
Filmden sonra fotoğraf çektirmeye illet olan ben yeniden fotoğraf makinesi edinmeye karar verdim.
Bu konudaki inadıma bir son verdim.
Tüm an'lar benimle birlikte sürüklensin.
Yaşlı halim onlara bakıp gülümsesin.
Her karem ayrı bir şey söylesin.
İçinde Kayra olsun.
Gülümseyip dursun.
Büyüsün fotoğraflarda.
Tüm yaz ve kış'larda.
Okul formalarında.
Mezuniyet keplerinin havaya uçuşlarında.
Renk renk kadrajlarda.
Hayatına giren arkadaşlıklarda.
Sevgili fotoğrafları da olsun.
Bebekken çektiğim ayağının yanında 20 yaş ayağı da dursun.
Benim de çizgilerim olsun.
Fotoğraflarımıza neşeli bir kalabalık da eşlik etsin.
Yeni kişiler bizim resmimizin içine girsin.
Onun ki ve benim ki yan yana durup BİZ pozu verelim neşe içinde.
Fotoğraflarımız hep mutlu şeyler söylesin birlikte.
Biz yaşlanırken hep taptaze kalsın bizim ve de sizin resimler.
Bir şarkının sözleri gibi, taze meyve tatları gibi...
İçinde cıvıl cıvıl renkler var etsin, çok sevsinler bizi.
Biz de sevgili resimlerimizi.
Tablo tamamlanınca, çerçevenin içi dolunca koyalım baş ucumuza.
Kader de buyurursa.
Neden olmasın.
Peki o zaman sevgili kader, aşk istemek eski niyet, tesadüf'ler istesem senden, gönderirmisin bir zahmet?..

7 Şubat 2011 Pazartesi

DEFNE'nin ARDINDAN . . .



Ben Defne'nin ardından üzülmüş milyonlarca kişiden biriyim.
Onun arkasından yazanların arasında bir yazı da ben yazayım diyen biriyim.
O ölmeseydi bu haber gündeme yine bomba (!) gibi düşerdi.
Tesadüf böyle gerçekleşseydi, yaşıyor olmaya isyan eden Defne herşeye hesap verirdi.
İnsanın aklı almıyor.
Kıpır kıpır danslar, onu öğrenilen zamanlar  toz tanesine dönüşüp, havada savrulup kayboluyor.
Kimse onu bir kez daha göremiyor.
İnanasım gelmiyor.
Ölüm insana çok koysa da; geriye kalan bizler için ise yaşam sürerken o anlamsız koşuşturma kaldığı yerden devam ediyor.
Fatura'lar ödendi oh!
İzin başladı yuppiii : )
Ah be güzelim ne ara başladı ne ara bitti?
İşler dağ gibi olmuş ben ortalarda gözükmeyeli, bu dağı yok etmek için onu deliveren bir Mecnun'mu gerekli?
İnsanlar yine fısır fısır.
Hastayım nefesim yine tısır tısır.
Kayra'nın karnesi şahane.
Kahve bahane.
Gönül ne kahve ister; ne bahane,
Gönül dost-sohbet ister daha ne ?
Bugün neler pişirilecek,
Hangi kitap okunup, hangi sözler verilecek.
Nasıl olsa hiç ölmeyecek mişiz gibi.
Artık gittiğinde hepsi yarım kalan planlar gibi.
Tamamlayacaktım hani.
Söz vermiştim daha yeni.
Teoman'ın bir şarkısında dediği gibi;
"Şimdi ölmek istemem, kalbine dokunmadan daha, çoban yıldızı -lal-lal-la-la-la-la-" gibi değilmiş hiçbir şey aslında : (
Bir kez daha anladım ben bunu Defne'nin artık son bulan yaşamında.
Ölüm insana herşeyi yeniden başa sardırırıyor.
Bazı karelere iki tuş fazla basılıyor.
Senin delete'lemek istediklerini hayat hafızaya alıyor.
Üstüne üstlük birde iş çığırından çıkıp insanlar ahkam kesiyor.
Bu yönü de var Defne'nin ölümünün.
Yaşasıydı '' O....! ,, ilan ederdik,
Öldüğü için şanslı, çünkü bizler böylesi durumlarda ölüleri birer "melek" ederiz.
Kanatlar takıp, en güzel giysilerden giydiririz.
Bu yüzdendir ki bütün insanlar ölünce birer melek olurlar.
Kanat takıp göklere uçarlar.
Velev ki ölmezlerse böylesi bir durumda dolma için oyulan patlıcanlar gibi içleri kahırla doldurulurlar.
Birer acı patlı'Can olurlar.
Doldur içini hiç bıkmadan, nasıl olsa yaşıyor can.
Hem vurmak kolay, hem de daha melek olmaya var zaman.
Ama dayanır mı bunlara bir nefes'ten ibaret CAN ?
Benim de aklımdan binlerce soru geçiyor.
İnsanım ya (!)
Kolayı bu ya ?
Sahi ne işi vardı o gece daha yeni tanıştığı adamla ?
Kızmayın canım, onu en çok koruyanınız bile itiraf ediniz ki, aklınızdan geçirdiniz.
İnsan yaşamı "tesadüf'ler paketi" gibi.
O gece tesadüfen bir araya gelen Defne ve adam, Defne tesadüfen o gece öldü diye, tesadüfen onun kocası olan ve NewYork'lu genç bir çiftin çocukları da olabilecekken tesadüfen Can'ın annesi olan Defne hakkında hepimiz daha çok konuşuruz aslında ama anlamı var mı artık acaba?
Zor değil aslında, son dans akşamında  ''hepinize iyi eğlencelerrrrrrrr'' diye hatırlamak onu uçtuğu yukarılarda.
O kocaya, onu doğuran anaya, doğurduğu Can'a ve onun ruhuna haksıklık etmesek daha fazla.
Geriye kalan olmak vermesin bize sorgu hakkı dünya katında.
Susalım artık bence.
Konuşsak kime fayda?
Öldü artık O, dahası yok.
Melek oldu mu bilinmez ama ölüler cevap veremezler sana ve bana.
Onlar sadece dua isterler artık bizden dua.
Susalım ve dua edelim.
Hadi canım olur mu öyle şey demeyin, hem biraz melek yapalım onu, hem de kanatlarından çekip bir güzel çukurlara itelim.
Ben böyle insan olmanın içine tüküreyim.
Hala daha utanmamız varsa hadi no'lur dua edelim.
Can içinde edelim.
O şahane biri olsun diyelim.
Yeryüzü onu korurken, annesi bunu hep bilsin diyelim.
Teşekkür ederim.